Toplumsal Cinsiyet

Uzun zamandır kafamı kurcalayan bir yanılsama hakkında yazmak istiyorum. Toplumsal cinsiyet rollerinde sıkışıp kalmış nesilleri kalemimle özgürleştireceğim iddiasında olmasamda duyurabildiğim ölçüde, benliğime saygımın artacağına inanıyorum. Hepimiz bir kültür içerisinde doğuyoruz. Geleneklerimiz, düşünce sistemimiz, dinimiz içinde bulunduğumuz coğrafyanın kültürüyle şekilleniyor. Elimizde olmadan kendimizi bir grup benzer düşünen insan içerisinde, onları temsil ederken buluyoruz. Düşüncelerimiz halatlarla bağlanıyor. Uzunluğu değişken olsa da, halat uzunluğunca farklılaşabilsek de her kültürde bu halatların bize engel yarattığı ortada. Kültürler elbette atılacak satılacak olgular değil ancak, kendimizi gerçekleştirebilmek adına bazen kültür halatını kesebilmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bilindiği üzere toplumsal cinsiyet rolleri de bu halatın iplerinden birini oluşturuyor. Cinsiyet biyolojik kökenli olmakla beraber sosyal boyutunun derin sorunlara neden olduğu bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Cinsiyetlerimizin sorun teşkil etmesinin en önemli sebebi pembe ve mavi arasında mekik dokuyor oluşu. Yeşil, sarı, mor, kırmızı olmak insanları ürkütüyor. Renklerimizi kaybetmek pahasına pembe ve maviye sarılıyoruz. Farklılıktan korkunca kaçmak, korkunun üzerine gitmekten kolay geliyor ve belli şemalar oluşturuyoruz. Insanları birtakım niteliklerine göre şemaların bazı bölümlerine yerleştiriyoruz, çizgileri aşmamaları konusunda eğitiyoruz. Çizgiler net ve silgimiz yok. Sınırı o ya da bu şekilde aşanı dışlayarak yaptırımları daha uygulanabilir bir forma kavuşturuyoruz. Mağdur da fail de bu çizgileri o kadar benimsiyor ki finalde bu düşünceler değerlerimiz, değerler alışkanlıklarımız, alışkanlıklarımız kaderimiz oluyor. Dünya üzerinde milyonlarca insanın kader diyip sustuklarının, kabullendiklerinin aslında basit bir düşünceden türediğini farkedemiyoruz.
   Mesela kadınlarımız dünyanın çeşitli bölgelerinde şiddet, eğitimsizlik, kadın sünneti, çocuk gelin, intihar risklerine kader diyor. Ve bu toplumsal cinsiyet yönlendirmeleri yalnızca dramatik meselelerle de sınırlı kalmıyor. Yaşadığı coğrafyada bunların birçoğuyla karşılaşmadığını söyleyen biri bile günlük hayatında pek çok kere toplumsal tabuların diliyle konuşuyor ya da dinliyor. Kadınların günümüz toplumsal cinsiyet gereği olan güzel olma mecburiyetini hesaba bile katmıyor farkındalık düzeyleri daha düsük olanlarımız. Nesillerimiz ayna önünde büyüyor. Medya sıfır beden, pürüzsüz cilt, kusursuz göz makyajı sunuyor kızlarımıza. Farkında olmadan kalıba giriyoruz, çizgiler arasına sıkışıyoruz. Dünyanın en güzel burnu, en dolgun dudakları, en kıvrak vücut hatları o kadar mecburi geliyor ki kendini yetersiz hisseden kitleler doğuyor. Görüntüler ardındaki kişilikler o kadar gölgeleniyor ki ben güzelim diyebilmek ben dürüstüm diyebilmekten elzem hale geliyor. "Ben kimim? Dünya görüşüm ne? Doğrularım ne? Saygıyı hakediyor muyum?" yerine yeni bir soru ekleniyor,  "Nasıl görünüyorum?" Kişiler üzerindeki ilk izlenim akıllıca bir cümle yerine, görüntüyle paralel değişiyor. Üstelik güzellik olgusu o kadar çeşitlendiriyor ki kimse bu uğurda çabalarken umutsuzluğa düşmüyor. Eskiden siyahi, engelli manken yokken günümüzde her kesimi kucaklayabilecek ölçüde güzel olabilme hevesi doğurtmak başarılıyor. Nesnel olarak tek bir güzellik hem kapitalizmin hem amaçlarına, hem güzellik adına her şeyi yapabilecek güruhun oluşturulabilmesine ters düşüyor.
   Elbette güzellik mecburiyetinin dayatılması toplumsal cinsiyet rolleri arasında kadına atfedilen. Keskin sınırlarla çizilen tek grup kadınlar değil. Erkeklerde bu kalıplara yerleştirilme hususunda paylarına düşeni alıyorlar. Dünyanın her yerinde erkeklik sırf maskülenlikle ifade ediliyor. Oysa erkek ve kadında feminen ve maskülen davranışların her ikisi de mevcuttur. Erkekler ağlamak, korkmak gibi bazı duygulanımlardan mahrum bırakılmak isteniyor. Insan olmanın birtakım gereklerini absorbe etmeleri gerekiyor. Erkekliğe yediremedikleri için duygu derinliği gösteremeyen erkekler yaşadıkları bu stresle başetmek için şiddeti kullanıyorlar. Ağlamak yerine duvara yumruk atarak sakinleşmek kulaklara daha maskülen geliyor. Daha üzücü olansa yumrukların her zaman duvara sallanmıyor oluşu..
 Şiddet kültürünü yaşatmak adına çeşitli ritüeller kullanan pek çok toplum var. Mesela Avustralya'da erkek olmanın ölçütü sünnet olurken asla yüz ifadesindeki sertliği bozmamak ve sünnet derisini yemek. Sambia'da ergenlik çağındaki erkekler üç gün ormana terk ediliyor. Satere Mave kabilesinde erkekler ellerini mermi karınca dolu eldivene sokmadan gerçek bir erkek kabul edilmiyor. Peki neden? Erkeklikle güç ve şiddetin bu kadar iç içe olmasını gerektiren şey ne? Şiddet pek çok kültürde erkekliğin ana motifi olmuştur. Günümüzde atletizmin önem kazanması, geniş omuzlu ve kaslı erkek modeline medyada bu kadar sık yer verilmesi yine toplumsal cinsiyet kalıplarının bir getirisi olarak karşımıza çıkıyor. Tam olarak bu kalıplar yüzündendir ki pembe ve mavi dışında olan cinsiyet karmaşası içindeki bireyler de yine pek çok kültürde en fazla dışlanan kesimi oluşturuyor. Cinsiyet yelpazesinde nötr bir alan yaratmak kültürlerden istenenler arasında. Kişiler bu nötr alanda yaşayamadıklarından gelecek 50 yıl boyunca sağlık ve mutluluklarını etkileyecek biyolojik kararlar almak zorunda hissediyorlar. Bu uğurda yaşamlarını ya daha çekilmez hale sokuyor ya da bir toplumsal gruba dahil olmayı başarıyorlar. Biri veya diğeri olarak tanımlanan toplumlarda ya cinsiyet huzursuzluğu ya tam bir değişim hakim. Nötr alan bırakılan bir toplum düzeninde bu bireyler çok daha yumuşak geçişlerle mutluluğu yakalayabiliyor. Ki zaten androjen bireylerin büyük bir kısmı ameliyat olmadan da mutlu olabileceklerini söylüyor. Yalnızca toplumun onları renkleriyle, farklarıyla, oldukları gibi kabul etmelerini istiyorlar.
    Tüm bu kalıpları yıkmak mümkün değilmiş gibi görünse de, bunların insanoğlunun dar görüşünün ürünü olduğunu kabul ettirmek iyi bir başlangıç olacaktır. Umarım tüm erkekler, erkekliğin şart koştuğu ayrıcalık ve yükümlülükleri hayatına katarken neyin biyolojik, neyin kültürel olduğunu; neyin korunması ve neyin değiştirilmesi gerektiğini kavrar. Ve umarım kimse cinsiyetin ne bir üstünlük ne de bir engel sayıldığı dünyaya doğru ilerleme umutlarından vazgeçmez

Yorumlar

Popüler Yayınlar